22 Ağustos 2012 Çarşamba

Deccal ve Masallar

Nükleer Masallar

Avukat Efkan Bolaç 



“Biliyoruz ki temiz, yenilenebilir enerjinin gücünü kullanan ülke 21. yüzyılın lideri olacaktır.”
                                                                                                           Barrack Obama


Çocukluğumuzda bize anlatılan Korku ve heyecanın gölgesinde devlere ve ejderhalara karşı direniş gösteren masal kahramanları vardı, hepimiz hatırlarız. Bu Masalların klişe karakterleri kötü dev ve korkunç ejderhalardı. Bu anlatılanlar sadece birer masaldan ibaretti. Ama şimdilerde yeni masallar anlatılıyor ve bu masallar hiçte çocukluğumuzun masallarına benzemiyor. Anlatılan yeni masallarda ejderhaların yerine nükleer santraller konulmuş ama başka bir sorun daha var; bizim bildiğimiz ejderhalar kötü iken yeni masallardaki nükleer
santraller yani eskinin ejderhaları iyi, faydalı ve mutluluk veren şeyler olarak anlatılıyor.

Bu masallar aynı zamanda kıyamet alametlerinden biri olan Deccal’ın ortaya çıkmasını andırmaktadır. Deccal; yalancıdır, aldatıcıdır, hilekârdır. İyi ile kötüyü karıştırıp gerçek yüzünü gizler. Deccal ortaya çıktığında insanları, dinsel inanışlarını kullanarak kötülüğe sevk edecektir. O mahsun ve mazlumdur, herkesin kendisine inanmasını bekler. Hâlbuki bu bir aldatmacadır; o şeytanın ta kendisidir ve ona inananlar cehennem ile tanışacaklardır.

Şimdilerde bize bu masallara benzer masallar anlatılmakta ve deccal bize iyi, yararlı ve masum olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Gerçekten böyle midir gelin bakalım?

Deccal ya da yeni adıyla Nükleer Enerji güvenli midir?

Oluşan kazalar ve kazaların sonrasındaki tehlikelere bakılırsa nükleer santrallerin güvenli olduğunu söylemek mümkün değildir. Nükleer santraller, elbette belli bir güvenlik donanımına sahip olacaktır ancak donanım nasıl olursa olsun rasyonaliteden uzaklık, plansızlık ve bakımsızlık her zaman var olacaktır ve bu güvenlik paketinin içinde standart olarak bulunmamaktadır.

Nükleer kazalarla ilgili hazırlanan raporların neredeyse tamamında “nedeni açıklanamaz” ifadesi ile bir kısım argümanlar sunulmakta ve ‘insan kaynaklı’ her oluşumun
hata yapabileceği anlatılmaktadır.

Birinci ve ikinci petrol krizleri sonrasında nükleer lobiler, nükleer santrallerin bir anlamda kaçınılmaz olarak devreye girmesi gerektiğine hükümetleri inandırmış ve enerji politikalarına yeni bir yön vermişlerdir. Hükümetler, enerji bağımlılığından kurtulabilmek
adına daha tehlikeli olan bir kavşağa dönmüş ve maalesef bu yolun sürdürülebilir olmadığı Çernobil ve Fukuşima sonrası neredeyse herkes tarafından görülmüştür. Buna rağmen bir ülke, Christoph Colombus’un yumurtasını tekrar keşfettiğini sanarak bu yoldan dönenleri görmesine rağmen bu yola direkt girmeye çalışmaktadır. Bu ülke Türkiye’dir.

Türkiye, nükleer bir maceraya doğru yelken açmaya çalışırken, nükleer santrallerin neden açılmaması gerektiği anlatılmaya çalışılmakta ancak garip argümanlarla ‘tüp gaz* veya bekarlık* daha tehlikeli’ gibi anlaşılmaz savunularla olay oldu bittiye getirilmeye
çalışılmaktadır. Burada tekrar hatırlatmak lazım ki; ATOM ÇEKİRDEĞİ ÇİTLENMEZ…

Mademki nükleer enerji bu kadar ucuz ve bağımsız o halde neden tarihin en büyük güvenlik ekonomisine sahip, anlamak mümkün değildir. Bu kadar güvenlik harcamasına
rağmen, nedeni açıklanamayan unutkanlıklara veya akılsız davranışlara da açık bir teknolojidir aslında. Bir anlamda otokrat sistemlerin elinde güvenlik kaygısının bertaraf edildiğini düşünürsek aslında yeryüzü canlıları için inanılmaz büyüklükte bir tehlikedir.

25 Temmuz 2006 İsveç’in Forsmark Nükleer Santrali’nde bakım yapılırken, bakım yapılan dış devrelerin birinde, kısa devre gerçekleşir. Bu durum yüksek güvenlikli nükleer
santrallerde normal olarak karşılanmalı ve derhal “B” planı devreye girmeliydi. Ancak o gün B.C. veya alfabenin diğer harflerinin bulunduğu hiçbir plan devreye girmedi. Reaktörün ünitesine bağlı elektrik tesisatı çalışmaz hale geldi ve reaktörün kontrol sistemini soğutacak pompalara elektrik sağlayacak dört jeneratörden ikisi devreye girmedi. Kontrol odası dâhil her taraf, tam 22 dakika elektriksiz kaldı, hatta uyarı sireni bile çalıştırılamadı. Bu arada teknisyenlerden biri hayati öneme sahip bir hareket yaparak “elle” arızalı jeneratörleri çalıştırmayı başardı ve reaktörün kör uçuşu sona erdi. Kaza sonrasında yapılan tespit yine
benzerdi: “nedeni açıklanamayan sebepler”…

Bu örnek aslında nükleer kazanın ne kadar olağan olabileceğini ve olağanüstü güvenlik tedbirlerine rağmen güvenliğin hiçbir zaman %100 garanti edilemeyeceğini de
anlatmaktadır. Nükleer kazaların öncesinde ve sonrasında var olan tekdüzelik, kibir, özgüven ve ihmalkarlık büyük bir felaketin habercisidir.

Dünya genelinde nükleer santrallerin mülkiyet dağılımına bakılırsa pek çoğunun serbest piyasa gereği, özel sektörün elinde olduğu görülmektedir. Ancak bu durumda
kapitalist anlayışla yapılan işletme mantığıyla maliyet hesabı yapılmakta ve daha fazla kar için bazı kurallar ve tedbirler göz ardı edilmektedir. Gerekli olan istihdam yerine daha az insan çalıştırılmaya gayret edilmekte, rutin bakımların süresi uzatılmaya çalışılmaktadır. Bu durum bir müddet kar marjını yükseltse de sonrasında Fukuşima örneğinde görüleceği üzere telafisi mümkün olmayan sosyal ve maddi maliyetlerin oluşmasına sebep olmaktadır.

Nükleer santraller, sadece elektrik üretmiyor; yoğun radyoaktif özelliği olan toksik atıklar da üretiyor. Bu atıkların depolanması veya bertaraf edilmesi ise yüksek bir maliyet gerektiriyor. Bu atıkların pek çoğunun doğayla teması kesilmelidir. Örneğin; plütonyum 239
(Pu-239) izotopu radyoaktivitesini 24 bin yılda kaybetmektedir. Bu şu anlama geliyor tam 24.000 yıl bu izotop doğadan yalıtılmalıdır. Bu mantıklı bir tedbir ve işlem değildir.

Yine nükleer atık depolanması konusunda pek çok girişim olmuş ve bu girişimlerin neredeyse tamamı sonuçsuz kalmış veya başarısız olmuştur. En son ABD, Yucca dağında bir
atık depolama alanı oluşturmak için çalışma başlattı. Böyle bir tesisin maliyeti 27.3 milyar dolar olarak hesaplandı ve toplam 77.000 ton nükleer atığın depolanmasının 57 Milyar dolara mal olacağı hesaplandı. Ancak yine de konu ile ilgili güvenilirliğin tam anlamıyla
sağlanamayacağı ve sürdürülemez bir çalışma olacağı tespitiyle, ABD Başkanı Barrack Obama tarafından bu proje iptal edildi.

Görüldüğü üzere nükleer enerji sadece elektrik üretmemektedir.

Başka ülkelere bağımlı olmadan kendi uranyumunu kullanan kaç ülke vardır? Cevap; sadece iki ülke, Kanada ve Güney Afrika. Bu anlamda bakıldığında, yakıt olarak kullanılan uranyum çubuklarının dışarıdan ithal edildiği düşünülürse, iki ülke hariç tüm ülkeler açısından bu enerji %100 yerli kaynaklarla üretilmiş bir enerji çeşidi değildir. Bu sebeple de dışa bağımlılığı güçlendirecek ve stratejik sorunlara da sebep olabilecektir. Son on yılda Çin’in talebiyle emtia fiyatlarının tavan yaptığı düşünülürse uranyumda da gözle görülür bir artış olduğu aşikardır.

Çernobil ve Fukuşima sonrasında daha fazla güvenlik kriterinin uygulanması zorunluluğu nükleer enerji maliyetlerini beş kata kadar arttırmış ve nükleer enerjinin ucuz olduğu hikâyesi de bir anlamda son bulmuştur.

Görüleceği üzere nükleer enerjiyi kullanmak atasözümüzde de belirtildiği üzere “Attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değmez” durumundadır.

Nükleer lobilerin daha önceki gelişlerindeki faaliyetleri bir anlamda herkes tarafından bilinmekte,“promosyon” adı altında dağıtılanların devlet tarafından geri ödenmek zorunda kalındığı da bir gerçektir. Bu sebeple yeni bir nükleer santral kurulma çabasının nedeni ve altında yatan gerçekler anlatılmalıdır. Halkın aklında olan sorular “tüp gaz kullanmayın” cümlesiyle basitçe geçiştirilmemelidir. Aksi takdirde bunu dile getirenlerin; çay içen “CahitAral” veya azıcık radyasyon kemiklere iyi gelir diyen “Kenan Evren” zihniyetinin temsilcileri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Nükleer enerji, doğayla dost bir enerji olmayıp atıklarının doğadan yalıtılmasının zor olması ve doğa için yok edici özelliklerinin bulunması onun temiz olmadığının en basit göstergesidir. Dünya açısından çok ciddi sorunlara gebe olan bu üretim modelinin akılcı çözümlerle yok edilmesi ve enerji açısından nükleer çeşitliliğin olmadığı bir sistemin seçilmesi
gerekmektedir.

1- Başbakan Erdoğan, Fukişima felaketinin ardından nükleer santrallerden vazgeçilecek mi sorusuna “Riski olmayan yatırım yoktur. O zaman evinize tüp de koymanız gerekir’’ yanıtını vermişti.

2- Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız katıldığı bir tv programında

bekarlığın nükleer santrallerden daha tehlikeli olduğunu şöyle savundu ‘ABD’de yapılan bir araştırmaya göre bekar evlilere göre 6 yıl daha az yaşıyorlar. Nükleer santrallerin ortalama ömür kaybı ise sadece 0.03 gün olarak tespit edilmiş"
 

Bu yazı 22 Ağustos 2012 tarihinde www.muhalifgazete.com'da yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder